İyileşeceğine İnanmamak ve Gücünü Başkalarına Vermek
İnsanlar genellikle başkaları için çabalarken kendi için çok da çabalamaz. “Çocuklarım iyi olsun bana yeter”, “başkalarını mutlu edince ben de mutlu oluyorum”, “kendim için bir şey yapmayı düşünmüyorum”… Aslında hayattan en büyük tat almamalar da bununla başlar.
Düşünün; çok güzel bir yemek yapıyorsunuz, sevdiklerinize sunup kendinizi bu yemekten mahrum ediyorsunuz. Onların aldığı tadı izleyip, “ben de doyuyorum” diyorsunuz.
Anneniz, babanız ya da sevdiğiniz birinin içinde bir yerlerde aç, mutsuz olduğunu bilip, sadece sizin mutlu olmanız için çabalaması nasıl hissettirir? Size sunduğu pastadan kendine almadığında nasıl tepki verirsiniz?
“Mutsuzluğumu dışarıya pek belli etmiyorum, eşime, çocuklarıma çaktırmıyorum” diyenler olabiliyor. Dışından ne kadar rol yapsa, yalan söylese de insan, içindeki duygu frekansı dışarıdan da hissedilir ve içinde yaşayana da hissettirir. Hayatında karşılaştığı olaylar da bunun artık çözülmesi için mesajlar şeklinde olmaya başlar.
Görüşmelerde çoğu kişinin hayatını dış odaklı yaşayıp, içine bakmadığını ve mutsuzluğunu görmemek uğruna enerjisini dışarıya akıttığını ve bir noktadan sonra tükenmeye başladığını görüyoruz.
“Eşim, kayınvalidem bana bunu söyledi ben yataklara düştüm”, “Çocuğum şöyle yaptı kahrımdan ölüyordum”, “Terk edildim, yarım kaldım.” … Tüm bu duygularının suçunu dışarıya yüklemek hayatının kontrolünü başkalarına vermek değil mi? Dışarıdan birileri sana iyi davranırsa mutlu, kötü davranırsa mutsuz oluyorsun. Mutluluğun, huzurun senden bağımsız; dış etkiler iç dünyanı yönetiyor. Aslında sen kendi duygularının sorumluluğunu almıyorsun. Gücünü başkalarına veriyorsun. Bazı konularda üzülmen elbette doğal, ancak bunu hayatını derinden etkileyecek hale getirmen ve bu duygunun sürecini tamamlayıp gitmesi yerine senin orada takılı kalman; iyileşecek yarayı tekrar tekrar deşmeye benziyor. Evet, yaranın iyileşmesi için gerektiğinde temizlenmesi gerekir, ama sonrasında sarıp iyi olmasına da izin ver.
Bir şeylerin değişeceğinden ya da olmayacağından korkman da normal, ancak o korkunun seni ele geçirmesi yerine korkunu yönetebilirsin. Sen korkundan büyüksün.
Bir konuda değişim istemek sadece o konu üzerinde çalışmakla olmaz. O konuyla bağlantılı birçok konu/faktör üzerinde de çalışmayı gerektirir. Mesela sana yapılan haksızlık konusunda çalışmak istiyorsun. Zihninde, haksızlığa uğradığın o olaya gittiğimizde sendeki duygusu her ne ise (üzüntü, korku, öfke, yetersizlik, utanç, değersizlik..) onu boşalttıktan sonra sana bunu yapan kişiyi de anlayıp onu affetmekle olayın üzerindeki etkisi bitse de, senin içindeki duygu bitmeyebilir. O haksızlığa izin verenin bir şekilde kendin olduğunu anladığında, buna izin veren kendi parçanı da affetmen gerekiyor. Yaşadıklarının sende oluşturduğu duyguları anlayıp, çözerek, onlardan özgürleşmeden kendini de tam olarak affedemiyorsun. İnsan; kendini, duygularını anlamadan da gerçekte iyileşemiyor. Zaten hastalıkların büyük oranda insanın kendini affedememesi ve yaşadıklarını hazmedememesiyle ilgili olduğunu fark ediyoruz. Mutsuzlukların sebebinin; insanın hayatla kavgalı olmasından kaynaklı olduğunu görüyoruz.
Hemen herkes hata yapmıştır. Bu hatadan esas öğrenilmesi gerekeni öğrenmek yerine hata yapma duygusuna takılı kalmak sorunu çözümden uzaklaştırır. Çözüme giden yol hatanın öğretisini anlamak ve bu engeli daha üste sıçrama tahtası olarak görmeyi bilmektir. Tekamülün amacı da budur.
Benzer konularda sorun yaşayan iki kişiden biri acılar içinde kıvranarak ölümü beklerken, diğeri güçlenerek ayağa kalkıp kendine ve çevresine yaşadıklarıyla ilgili ışık olabiliyor.
İyileşeceğinize inanmıyorsanız doğrudur, inanıyorsanız da doğrudur. İnsan hangi konuya yoğunlaşırsa onu gerçekleştirecek duygu ve düşünce titreşimleri ve beynin salgıladığı kimyasallarla hayatında onu oluşturmaya başlar.
Tıp dünyasında placebo olarak bilinen, ilaç diye hastaya verilen bir maddenin içinde etken madde olmadığı halde hastanın buna bedensel ve zihinsel tepkiler göstermesi, inancın gücünün ilaçtan etkin olduğunu gösterir. Normalde tedavi edici olmayan bir uygulamanın kişinin kendini daha iyi hissetmesine placebo etkisi denilmektedir. Placebo inanca/telkine dayalı bir iyileşme yöntemidir. Telkin yöntemi eski çağlardan bu yana uygulanmaktadır. Bergama’daki Asklepion tapınağında hastalar uyku öncesi bir tünelden geçerken üstteki deliklerden doktorlar tarafından onlara iyileşeceğine dair telkinler söylenirdi. İnsan beyninin telkinlere yatkınlığından hipnoz uygulamalarında da yarar sağlanmaktadır.
Bir de madalyonun diğer yüzü olan Nocebo ise; bir ilaç ya da uygulamadan zarar göreceğine inanmaktır. Gerçekte bir sebep olmamasına rağmen kişinin kendine verdiği ya da dışarıdan aldığı telkinle kötüye gittiğine inanması ve bunu gerçekte de yaşamasıdır. Zehirli sarmaşığa alerjisi olan birine hiç zararı olmayan bir yaprak sürtülerek bunun zehirli sarmaşık olduğu söylenilerek yapılan bir deneyde, denek kişi zehirli sarmaşıkla temas etmişçesine benzer alerjik etkileri göstermesi kişinin şartlanmasıyla ilgilidir.
Placebo ya da nocebo etki, aslında kişinin tamamen kendisiyle ve hayata bakışıyla ilgilidir.
Modern bilim inancın biyolojiye etkisini görmüştür. Bu etki olumlu yönde olabileceği gibi olumsuz yönde de olabilmektedir. Bunu belirleyen de kişinin kendisidir.
İnsanın kendisiyle ve geçmişiyle barışması; sağlığından, ilişkilerine, bolluk bereketine kadar hayatında birçok konuyu etkiler.
#bakışdeğişinceakışdadeğişir #goncakubat
Kendin için bir şeyler yaparak daha iyi hissetmek yolunda adım atmak için aşağıdaki formu doldurabilirsin.