Kaybetme Korkumuz
Sahip olduğumuz şeyleri kaybetmekten o kadar korkuyoruz ki; onları sımsıkı tutmaya çalışıyoruz. Sanki biz ne kadar sahiplenirsek o kadar bizde kalacaklarmış yanılsamasına kapılıyoruz.
Bir ilişkimiz olduğunda onu kendimize ne kadar bağımlı kılar, sahibi olduğunu hissettirirsek o kadar bizim olur zannediyoruz. Gerçekte nasıl oluyor? Biz sıktıkça elimizden kayıp gitme ihtimali artıyor. Tıpkı kediyi zorla bir odada tutmaya çalıştıkça onun oradan çıkma isteğinin artması gibi. Ya da elimize aldığımız kum taneleri avucumuz serbestken daha çok durabilirken, elimizi sıktığımızda bir çoğunun kayıp gitmesi gibi..
Eşimiz, sevgilimiz var belki. Sabah uyandığımızda da olacak mı, olmayacak mı? Bunun için endişe ettiğimiz müddetçe yanımızda olanların tadını çıkartamayız. Benimdir yerine; yanımda, benimle diye düşünmek daha iyi hissettirecektir. Tabi ki her zaman için ihtimaller mevcut. Ancak içinde bulunduğumuz anın mucizesini doya doya yaşamak varken geleceğin endişesini niye taşıyalım ki!
Elimizde para var diyoruz, onun da akıp gittiğini görüyoruz. İşimiz varsa; o da şimdilik var. Yarın işlerin tersine dönme ihtimalinin olmadığını kim söyleyebilir. Hayatta neyin ne kadar garantisi var ki… Bu durumda, varlığın bilincinde olarak yaşarken yokluğun kaygısına girmenin bir anlamı var mı? Henüz gerçekleşmemiş bir şey için neden etkilenelim?
Kaybetme korkusu güzellikleri yaşamamızın önünde en büyük bir engeldir. Üstelik korku en düşük dalga frekansı olduğundan hızlı bir şekilde çekim alanı oluşturur ve gerçekleşme olasılığı artar. Korkunun gereksiz olduğunu anlayıp içinin boş olduğunu görüp onu sabun köpüğü gibi patlatmak da rahatlatıcı olacaktır. Diyelim ki, başarısızlığa uğrama korkunuz var. Farz edin ki bu korkunuz gerçekleşti. Ne olurdu? Nasıl hissederdiniz? Neler yapardınız? Sadece bunu düşünmek bile rahatlamayı sağlayacaktır. Çünkü korkunuzla önceden yüzleşmek; bunun dünyanın sonu olmadığını gösterecek, her zaman için başka seçeneklerin olduğunun farkındalığını getirecektir.