fbpx

Kendime Deyişler…

At, başını ne yöne çevirirsen o yöne gider. Hayat da o şekildedir. Sen neye odaklanırsan yaşamın da o yöne gider. Ve 2016’da ilk kez içimden gelerek yazdığım gibi

“Bakış değişince Akış da değişir.”  Beliz Gonca Kubat

Yaşadıklarını, gördüklerini genelledikçe genel bir hayat yaşadığının farkında mısın?
İlişkiler, iş, para, kariyer, başarı hakkında neler düşündün, neler yaşadın?
Peki, istisnalar?
Hayatta biri bir şeyi yapabiliyorsa sen de yapabilirsin. Hatta onu ilk yapan da olabilirsin.
Zihnine, dünyana koyduğun sınırları aş!
Hayallerini bile sınırlandırmaktan vazgeç.
Zihin illüzyonunun ötesine geç.
Bizler öncelikle kendi mutluluğumuzu inşa etmekten sorumluyduk.
Mutluluk sana gelsin diye bekleme, çünkü sende olmayan bir şey seni bulmaz.
Olmasını istediğinin tohumlarını ekip, ona gereken bakımları yaptığında büyüdüğünü fark edeceksin.
Yaşadıkların gerçekte neyi isteyip istemediğini anlamanı sağlıyor.
Yaşadıklarına teşekkür et. Seni kendine tanıttığı ve seçimlerini fark ettirdiği için.
Şimdi yaşamak istemediklerine değil, deneyimlemek istediğin duygulara odaklan. Çünkü odaklandığın büyüyecek.

Neyi ne kadar kontrol edebilirsin?
İstemedikçe kimseyi değiştiremiyorsun.
Öncelikle sen kendinden sorumlusun.
Şikayet ettikçe söylediklerini daha fazla çekiyor adeta bir girdaba giriyorsun.
Uyan ve oluşturduğun dünyanın hipnozundan çık.
Önce kendinden başla olmasını istediğin dünyaya.
Zaman değerliydi.
Birinden kendin için bencilce zamanını almak
Aslında bir nevi hırsızlık ve dolandırıcılıktı.
Bu gerek fiziksel gerekse zihinsel ihtiyaçlarını karşılamak olsun.
Karşındaki acaba senden razı mıydı?
Aldıkların karşısında karşındakine ne veriyordun?
Bir diğer bakıştan Sen;
Zamanını, değerini bilmeyerek
Hoyratça dağıtıyor muydun?
Dengesizce verdiklerin kendinden mi gidiyor yerine maddi manevi bir şey gelmiyor boşluğa mı düşüyordun?
O hâlde sen kendinden memnun muydun?
Hayat alma-verme dengesi üzerine kuruluydu:
Nefes gibi.
Dengeni koru ki; yaşamın da sağlıkla nefes gibi aksın.
İnsanların mutsuzluğunun nedenlerinden biri de:
Kendisiyle arasına sınır koyarken
Başkalarına sınır koymamış olmamasıdır.
Başkalarına diyemediği ‘Hayır’ ı kendisine derken; değerini kendi belirlediğinin farkına bile varmaz.
Kendi özüyle koyduğu sınırı kaldıran,
Önce kendine ‘Evet’ demeyi bilen
Değeriyle birlikte mutlu olmanın da farkındadır.
Her insan kendi mutsuzluğunun mimarıdır.
Mutluluğunun mimarı olduğu gibi.
Genellikle suçu dışarıda aramak kolaydır. Şartlar zordu, yokluk çektik, çocukken sevilmedim, ilişkilerimde değer görmedim, aldatıldım, kaybettim…
Mutsuz olmak basittir. Ekstra bir çaba gerektirmez, düşündüğünde onlarca, yüzlerce madde sayabilirsin. Geçmişte böyle şeyler yaşadım, istediklerim olmadı, gelecek için endişeliyim vb…
Mutlu olmak öyle sosyal medyada anlatıldığı gibi kolay değildir aslında. Basit değildir, emek ister. Şerlerdeki hayrı görmek, kısır döngülerine lanet etmek yerine dersini alarak çıkmak, acının içinden geçmek, reddedilme riskini göze alarak talep etmek, çevren tarafından onaylanmamaya rağmen hayallerinin peşinden gitmek, kendi iyiliğin adına karşındakine hayır demek, içindeki potansiyelini çıkması için çabalamak, kaybetme ihtimaline karşın hayatını içinden geldiği gibi yaşamak, sevdiğin işi yapma cesareti, alıştığın düzeni değiştirmek, kendinle ve duygularınla yüzleşmek…
Yaşadıklarına rağmen mutlu olmayı öğrenenler takdiri hakkeder. Çünkü onlar kendilerinden başlayarak çevrelerine de ışık olurlar.
Hayatımıza giren her bir kişi;
Bize daha üst versiyonumuza ulaşmamıza hizmet ediyor.
Bunu fark etmedikçe daha sertleri geliyor.
Konfor alanımızdan çıkmamıza zorlayan kişiler de; görmediğimiz, gölgede kalmış, hayata dahil etmek istemediğimiz yönümüzü gösteriyor.
Hep pozitifte kalmaya direndikçe, negatife çekilirken görüyorsak kendimizi;
Dengemizi ancak gölgemizle yüzleşip barıştığımızda bularak üst boyutta yol alabileceğimizi anlatıyor.
Karanlık olmadan aydınlık görünmüyor.
Neden partnerlerimizin her birine farklı davranırız?
Birini bir kalemde silip atarken, birine sürekli şanslar veririz üzülüp acı çeksek de.
Çünkü onların bize neye hizmet için geldiğini ve görevini derinlerde hissederiz.
“Bu insan çok iyi biri ama ona bir şey hissetmiyorum, diğeri içimi dışıma çıkardı ama onunla devam ediyorum.” tanıdık geldi mi?
Zorlayan ilişkilere çekiliriz çünkü onların geçmişin şifası olabileceğini bilinçaltımız bilir.
Çocukken etkisi altında kaldığımız konular, bizi büyütenlerin hissettirdiği duygular (yetersizlik, değersizlik, kaybetme, terk edilme korkuları vb.) tetiklenir. Onlara küçükken veremediğimiz tepkileri verecek kişileri enerjisinden tanır, yine de o deriz. Çünkü geçmiş şifalanmak ister.
Bir diğer yandan da gölgemizi gösteren kişilere çekiliriz. İlişkiler insanın kendini keşfetmesini, geçmişini şifalandırmasını sağlayan en değerli araçlardır.

Birinin yaptığı bir şeye çok bozulmuşsak, kızmış ya da üzülmüşsek aslında egomuz incindiğindendir. Yapılanı şahsi algılamış, bize kasten yapıldığını düşünmüşüzdür. Bunlar hep bir şeyleri sahiplenmek ve kontrol duygusu ile bağlantılıdır.

“Bana bunu nasıl yapar?” “Hakketmedim.” “Hiç mi beni düşünmedi?”

Aslında her insan kendine yapar. Aldattıysa kendi yetersizliğinden (kendine yeterliliğini ispat çabası), gittiyse frekanslarınızın farklı olduğundan, kaçıyorsa layık olmadığını düşündüğünden, yapamayacağını anladığından, belki kendinden, yüzleşmekten, terk edildiysen aslında sen kendini terk ettiğinden…

Yaptığı yapanın kendi sorunuyken, senin buna yaklaşımın senin sorunundur. Değer görmediğin yerde, istemediğin şekilde kalmaya, direnmeye neden devam ettiğine, niçin bu kadar sahiplendiğine bak.

*Sendeki hangi düşünce ve korkularının yansımasını yaşıyorsun? Çocukluğunla bugünün illüzyonunu gör.

*Kendinden çok dışarıya mı veriyorsun?

*Neden bu kişiyi hayatına çektin? Hayatına giren ve çıkanlar sana ne anlatıyor olabilirler?

*Daha iyi şekillerde hayatı öğrenmek varken niçin kendini zorlayan durumlara sokuyorsun?

Değerinden daha azına razı olduğun her şeyde aradaki farkı sen ödersin:
Huzursuzluklarınla, kendine ve olana kızmalarınla, mutsuzluklarınla, tavizlerinle.
İşin ironik yanı da kendi değerini sen belirlersin.
Şimdi bak seçimlerine iş, kariyer, ilişkiler, para ve zaman kullanımın…
Diğer yandan kendin hayatla alışverişinde; değerinden daha fazla ya da daha eksik vererek kâr ya da zarar ettiğini mi sandın?
Sistem bir şekilde dengeyi bulduruyor. Beklediğin verimi almayarak, zaman kayıpları, zayi emeklerle, terk edişler, hastalıklar, boş hissedişlerle…
Çiçeğe verdiğin fazla su onu çürütür, az versen kurur, hayvana verdiğin fazla yemek onu obez yapar, azı aç bırakır, fazla olan en sağlıklı yemek, su bile kişiyi hasta eder.
Kendine ve hayatındaki her şeye değerini verdiğin, dengeyi bulduğun farkındalığın olsun.
İstemediğin şeyleri yaptıkça istediklerini yapma alanını daraltıyor olacaksın.
Belki birilerine taviz vererek sevileceğine inandın kendin olamadın.
Belki değer görmediğin bir ilişkide güveninin zedelenmesine izin verdin.
Belki sevmediğin bir işe ayakların geri giderek devam ediyorsun.
Aslında enerjinden veriyorsun!
Potansiyelini bloke ediyor,
Olacak olanı geciktiriyor,
Bolluğunu bereketini kısıtlıyorsun.
İnsanın kendine yaptığı kötülüğü kimse yapmamıştır.
Kendine yaptığın haksızlıkların farkında olarak değerini bildiğin bir gün olsun.
Farkında mısın: kendin olmadığın her yerde sistem seni zorluyor.
Bazen kayıplar, bazen terk edilişler, bazen hastalıklar…
Neden kendin olmayı bıraktın?
İyi biri olursan daha çok sevilip, onaylanacağına mı inandın? Bu düşünceler sana ait değil! İçindeki küçük çocuk büyürken ona yüklenenler…
Şimdi boz o hipnozu.
Öyle sev ki kendini; vazgeçmen mümkün olmasın!
Çünkü sen kendinden vazgeçtiğin noktada zaten vazgeçilen olacaksın.
Şimdi dön bak hayatına nerelerde kendin olmayı bıraktın? Nerelerde bırakıldın?
İnsanda en çok yarım kalmışlıklar yer eder.
Yarım kalmış ilişkiler, aşklar, sevdalar…
Yarım kalan işler, hayaller, umutlar…
Yarım hissettiren kayıplar, gidişler, duygular…
Kendini nerelerde yarı yolda kalmış hissettin?
Bardağı taşıran son damla gibi görünse de o değildir; alttaki doluluktur kaynağı.
İnsanın dengesini bozan da yeni yaşadıkları değil; geçmişin birikimidir.
Terapilerle ilgili karikatürlerde ‘çocukluğunuza inelim’ diye konu olsa da, gerçekliği vardır. Duygu odaklı yapılan çalışmaların da esası da kaynağa gitmeye dayanır. Bugün yaşanılan bir olayda yoğun öfke, acı, üzüntü, korku, mutsuzluk, yalnızlık, yetersizlik kotasını taşıran da; geçmişin içe atılanlarıdır.
Herkesin yapmaktan hoşlandığı, hatta yaparken yaptığıyla bütünleştiğini hissettiği şeyler vardır. Sanat yapmaktan zevk alabilir, yazmaktan hoşlanabilir, ellerinizle bir şeye şekil vermekten keyif alabilir, gezerken kendinizden geçebilir, bir şeyler öğrenirken öğretirken haz duyabilirsin. Yaşamın gayesi: sana kendini buldurmaktır.
Ancak topluma uyum sağlamak, onay almak adına, küçüklükten beri yapılan dayatmaları kabul etmek durumunda kalırız. Bunları yapmazsak sevilmeyeceğimizi, yalnız kalacağımızı düşünürüz. İçinde sevgi barındırmayan eylemler yaptıkça kendimizden uzaklaşırız. Hatta neleri yapmayı sevdiğimizi bile unuturuz.
Şimdi, gerçekten yapmayı sevdiğimiz şeyleri keşfetme zamanı. Aklını, yüreğini vererek neleri yapabilirsin? İnsanın asli görevi kendini keşfetmektir, kendindeki sevgiyi açığa çıkarmaktır.
Yaşam nefestir. Yaşamı önce içimize çeker, sonra bırakırız.
İlişkilerimiz de nefes ve yaşamla ilişkilerimize benzer.
Her ilişkinin bir dinamiği bir akışı vardır. Almayı ve vermeyi dengeli yapıyor muyuz?
Hayatımızdaki kişiyi geçmişten, yargılarımızdan arınarak, onu anlayarak tanımaya izin veriyor muyuz?
UYAN! Ailemizde, çevremizde kabul etmediğimiz durumları deneyimleyerek anlamaya çalışırız. Bazen kendimizi o duruma sokar bazen de bu durumları bize yaşatacak partnerleri hayatımıza çekeriz. (ilgisiz, şiddet gösteren, aldatan, terk eden, narsist kişileri hayatına çekme, bağımlı olan, kaçıngan bağlanan…)
Yaşadığımız döngülerin farkına vardığımızda ondan özgürleşebiliriz.
İllüzyonumuzdan çıkarak hayatımızı yeniden tasarlayabiliriz.
Bazen anlaman için kaybetmen gerekir,
Kayıp dediğinin kazanç olduğunu görmen.
Hayatın aslında ne kadar ters yüzlerle dolu olduğunu fark etmen.
Doğru dediğindeki eğriliği,
Eğrilikteki doğruluğu.
Acıdan sonra gelen hazzı
Tıpkı doğuma giden yol gibi.
Neyi istiyorsan; diğer ucunu da yaşamaya razı olduğunda, onlar senin için yola çıkıyor.
Uyumadan uyanamazsın
Bırakmadan alamazsın
Yaşamadan hissedemezsin
Çoğu zaman zannetsen de
Olduğunu sandığın şey
Tatmin etmez benliğini.
İzin ver, akış senin için akarken sen de onunla ak.
Yanlış zaman, yanlış yer, yanlış insan yoktur.
Her ne oluyorsa senin frekansınla uyumlu olduğu için aslında uyanman için oluyordur.
Hepsi zihin algının bir oyunu; korkuların, sınırlayıcı inançların, kaçışların…
Öyleyse doğru zamanda, doğru yerde, doğru dediklerinle olabilirsin.
Düşünceni, algını, frekansını değiştir.
Neyi neden yaşadığını bildikçe, bambaşka bir gelecek tasarlamayı da bileceksin.
İnsan en çok özü gibi olana çekilir.
Bu yüzden kendi gibi davranan, doğal olanlar daha çok sevilir.
Bazıları da sevilmek için uğraş verir, dışını içini farklı yansıtır, olmadığı şekilde davranır, kendi olmaktan çıkar; sevileceğini düşündüğü rollere girer; yine değerim bilinmedi der.
İnsan bilse; kusur sandığı yanıyla tamamlandığını, kendi gibi davranarak sempatik olacağını, sevgiyi önce kendinde hissedenin yaydığı frekansla kendine de sevgiyi çekeceğini…
Gül dikeni olsa da kokusuyla sevilen bir çiçektir, kedi gereğinde tırnağını çıkarmayı bilse de yumuşaklığıyla, sevgi yumağı olmasıyla sevilir. Gülü tutmasını, kediyi rahat hissettirmesini öğrendiğinde sevgi frekansını yükseltirsin. Karşındakini olduğu gibi sevdiğinde, dikenini tırnağını ne zaman kullanıp ne zaman çekeceğini bildiğinde dengeyi sağlar, hayatla uyum içinde akar İnsan. Doğadan öğrenecek çok şey var.
Farz et hiç hata yapmadın
Seni üzen şeyleri hiç yaşamadın
Hiç zorluk çekmedin
Sevmediğin kişilerle karşılaşmadın
Yine bugünkü Sen olur muydun?
Hayatındaki seçimlerin nasıl olurdu?
İşin, eşin, kariyerin, mesleğin, evin, hobilerin…
Ne kadar şey yaşamış olursan ol
Şimdiki Ol-duğun halin senin seçimin
Yaşadıklarını seçmediğini düşünsen de
Ol-makta olduğun halin seçimin.
İnsanın günü gününü tutmayabilir.
Bir gün her şeyi yapabilecek güce sahipken,
Ertesi gün kolunu kaldıracak gücü bulamayabilir.
Hayatı bir günle değerlendirme!
Mevsimler gibi, gece ile gündüz gibi döngülerden geçer insan da.
Bazen yaprak döker, bazen çiçek açar.
İnsanı bir günüyle değerlendirme.
Bir yanlışı dört doğrusunu götürmesin.
Aynı şekilde kendi yaptığın bir hatanın, doğrularını görmezden gelmene izin verme.
Zaten hata dediğin doğruya götüren yol değil miydi?
Her şey değişir dönüşür.
İsterse en iyi haline.
Üzerine rüzgar şiddetiyle açılan bir kapıyı kapatmak için aynı oranda bir güçle müdahale edersen onu kapatamazsın. Ondan daha güçlü enerji uygulaman gerekir.
Yaşamındaki mutsuz, kaygılı, umutsuz hisseden tarafına da galip gelmen için; ondan daha büyük, mutlu, umutlu, güçlü bir enerji gerekiyor.
İçindeki aşağı çeken duygu ve düşüncelerine güç vermek yerine; iyi hissettiren, umut veren, güzel düşüncelerini besle. İçsel dönüşümünü gerçekleştirmen bu şekilde başlar.
Parça parça benlikler taşıyoruz içimizde!
Çoğu zaman biri diğerinden habersiz.
Bir yanıyla olgun, herkesi olduğu gibi kabul eden benlik
Bir yanıyla ebeveynlerini yaptıkları ya da yapmadıklarından suçlayan benlik
Başka taraflarda kendine kızgın, dünyaya kırgın,
Diğer yanda hayatla barışmayı seçen uyumlu taraf,
Bir yanı sakin, bir yanı feveranlı
Bir yanı şükürde, bir yanı küfürde,
Bir yanı kendini seven, öven, diğer yanı nefret eden, suçlayan
Bir tarafı cesur, diğer tarafı sinmiş…
Bu benlikler bazen bir olayla, duyguyla, bazen bir çatışmayla çıkıveriyor bilinçaltının kara kutusundan.
Tüm bu benlikler birbiriyle kaynaşıp, anlaşarak bütünleştiğinde en iyi versiyonuna dönüşüyor insan da.
Kendini açmak
Kendini aşmak için bir yoldur.
Kendini ne kadar açarsan
O kadar aşarsın:
Travmalarını
Sahte benliklerini
Koruma kalkanlarını.
Kendine güldüğünde
Hayata da gülersin.
Ve o kadar kolay
Çıkarsın illüzyonundan
Sahte gerçekliğinden.
Hayatına giren kişiler tarafından kısır döngülere girdiğini düşünenler; terk edilenler, ilişkilerinde aşağılandığını, suçluluk hissedenler, ihanete uğrayanlar, istismar edildiğini söyleyenler…
Bir kimse niye kendini kötüye kullanıldığı bir ilişkiyi çeker hayatına ve orada kalmaya direnir?
İnsan bilinçli veya bilinçdışı şekilde hayatı boyunca niçin simgesel anlamda aynı acıları tekrar tekrar yaşamaya yönelir?’ sorusunu Freud, ‘tekrarlama / yineleme/ zorlantısı’ kavramıyla açıklamaktadır.
Freud bu tekrarların sebeplerinden birinin; kişinin yaşadığı acıyı anlamlandırma, kontrol elde etme veya neyin ters gittiğini anlama çabasından kaynaklanıyor olabileceğini düşünmektedir. Birey erken yaşlarda yaşanılan terk edilmeyi, acıyı, tacizi, istismarı, aşağılanmayı farkında olmadan tekrar ettirerek onu şifalandırma gayretindedir.
Bu döngülerden kurtulmanın yolu; bilinçli farkındalıkla birlikte, erken yaşlarda yaşanılan bastırılmış duyguların anlaşılması (travma çalışması) ve bunları yaşayan o küçük çocuğa bugünkü halinle destek olmakla mümkündür.
İnsanların mutsuzluğunun nedenlerinden biri de:
Kendisiyle arasına sınır koyarken
Başkalarına sınır koymamış olmamasıdır.
Başkalarına diyemediği ‘Hayır’ ı kendisine derken; değerini kendi belirlediğinin farkına bile varmaz.
Kendi özüyle koyduğu sınırı kaldıran,
Önce kendine ‘Evet’ demeyi bilen
Değeriyle birlikte mutlu olmanın da farkındadır.
Birinin senin değerini bilmemesi onun sorunu iken,
Değerinin bilinmediği yerde kalman ise senin sorunundur.
Düşün: Niçin değerinin bilinmediği yerde olmaya direniyorsun?
Çocukluğunu mu anımsatıyor? Kaybetme korkun mu var? Bir şeyleri mi kanıtlama çabasındasın? Yoksa kendi değerini bilmeyen sen olduğun için mi gördüğün muameleye tahammül ediyorsun?
Üniversite yıllarımın başında üst sınıflardan bir arkadaşım ‘Gözyaşı çok değerli bir şeydir, onu ancak hakkeden için harca’. demişti. Gözyaşlarını niçin harcıyorsun?
İsteyen herkes birini, bir şeyleri bulur hayatta
Kimi dengini,
Kimi dengesini bulduranı.
Dengeni bulmadıkça
Dengini bulamıyorsun hayatta.
error: Content is protected !!