Aileler ve Kırgınlıklar
İnsan kırılır, ancak en çok yakınlarına ve sevdiklerine kırılır. Anne, baba evladına, eşler, kardeşler birbirlerine; sözde mantığa dayandırmaya çalıştıkları duygusal sebeplerle kırılır.
Bazen kırgınlık sebebi çok basit gibi görünse de altta yatan daha derin bir bağ vardır. “Yaptığım işi beğenmedi, ilgilenmedi, bağırdı, başkasının yanında küçük düşürdü…”
Bu ara anne çocuk ilişkileri üzerinde ağırlıklı çalışırken, çocuğun kendi derdiyle ilgili yakınmalarını annenin kişisel algılamış olduğunu anlıyoruz. Çocuk annesine sesini duyurmak için bağırdığında anne bunu kendine saygısızlık olarak algılayabiliyor. Tabi ki, çocuğun annesine bağırması pek de hoş karşılanacak bir davranış değil. Bununla beraber annenin bu duruma üzülüp, kırılması da ilişkileri işin içinden çıkılmaz bir hale getirebiliyor.
İnsan dış dünyadaki ve içindeki öfkesini onu en iyi anlayacağını düşündüklerine yansıtıyor, belki de bastırdığı öfkesiyle içine kapanıyor. Çocuğun içindeki öfkeyi de anlamak ve çözmek gerekiyor. Öfkesi geçtikten sonra çocuk, annesi üzüldüğü için üzülüyor; anne çocuk gibi üzülünce, çocuk da ebeveyn gibi davranarak durumu toparlamaya kalkıyor, roller değişerek olay bir kısır döngüye dönüşüyor.
Aileler çocuklarını kendilerince en iyi şekilde yetiştirmeye çalışır. Bazen el bebek gül bebek, bazen de başarılı olsun diye zorlayıp sorumluluk vererek. Her istediği yapılan çocuk büyüdüğünde dış dünyada her şey çocukluğundaki gibi olmayınca zorlanırken, fazla sorumluluk verilen çocuk da kendine aşırı yüklenilmiş, mükemmeliyetçilik arzusuyla hiçbir şeyden tatmin olmayan, mutsuz ve öfkeli hissedebilir. İnsan ilişkileri hassas denge gerektiren bir teraziye benzer. Bazen de aşırı korumacı davranılan çocuk, büyüklerinden aldığı düşüncelerle yetişkin olduğunda da dışarıya güvensiz, kendini yetersiz hissedebiliyor. İstediği gibi özgür bir hayat yaşayamadığı için ailesine karşı içinde biriken kırgınlık kızgınlığa dönüşebiliyor.
Aileler çoğu zaman farkında olmadan çocuklara çok fazla sorumluluk yükleyebiliyor. Çocuk kendine ait bir hayat kurmaya çekinebiliyor. “Annem babam üzülmesin, onlar benim için çok fedakârlık yaptı, şimdi yanlış yaparsam ailem beni suçlar, iyi evlat olmalıyım”.
Ailenin çocuğun evlenmek için seçtiği kişiyi kabul etmeyip, kendi onayladığı kişiyle evlendirmek de çocuğun “Ailem tarafından onaylanayım, yarın öbür gün evliliği yürütemezsem beni suçlarlar, o nedenle onların istediği kişiyle evleneyim, Ben yetersizim, daha önce hatalarım oldu, iyi olanı seçemeyebilirim” gibi duygularla ailesi tarafından kabul edilmek için sessiz kaldığı, insanın içine attığı duygular, hayatındaki yaşadığı mutsuzluklarla çığ gibi içeride büyümeye devam eder.
Anne ve çocuk arasındaki mitokondri bağı anne hayatta olmasa da devam eder. Anne çocuğa, çocuk anneye bağlıdır. Annedeki iyileşme çocuğu da etkiler, çocuk ne kadar büyümüş ve uzakta olsa da. Annenin kendi üzerinde yaptığı çalışma çocuğu da şifalandıracaktır. Çocuklar küçük yaşlarda annesinin üzüldüğü, acı çektiği durumlara şahit oldularsa ona yardımcı olamadığı için annesinin yükünü almayı seçer. “Annem üzülüyor, bir şey yapamıyorum, ben de üzülerek ona destek vereyim, yanında olayım, o üzüleceğine ben üzüleyim”. Özellikle erkek danışanlarımızda annesine yeteri kadar destek olamadığı düşüncesiyle yetersizlik duygusu oluştuğunu gördük duygu odaklı çalışmalarımızda (çocukken gördüklerinin etkisiyle). Bazen sebebini bilmediğimiz üzüntü, yetersizlik, huzursuzluk ve mutsuzluklarımızın nedeni farkında olarak ya da olmayarak aldığımız yüklerdir.
Annenin zor bir hamilelik geçirmesi ve o esnada yaşadığı duygular çocuğa da geçer. Kaygılı bir hamilelik geçirildiyse çocukta da sebepsiz kaygılar olabilir.
Evlatlar arasında yapılan ayrımlar da çocuğu etkiler. İstenmeden dünyaya getirilen çocuk olmak, ailede erkek beklenirken kız çocuk doğması, sonradan olan erkek çocuğa biraz daha korumacı davranılması, büyük küçük kardeşler arasında sorumluluk yönünde eşit davranılmaması gibi birçok etmen de çocuğun içinde yara kalmış olabilir.
Çocuklukta verilemeyen tepki, büyüyünce hayatta benzer tetikleyici durumların da etkisiyle su üstüne çıkabilir. (İş yerinde yöneticiyle, özel hayatta eş veya partneriyle yaşanılan kendini ifade edememe, yetersizlik, suçluluk, değersizlik duygularının kaynağına gittiğimizde içindeki o küçük çocuğun incinmişlikleri olduğunu görüyoruz.)
Kız çocuklar ağırlıklı olarak annelerinden travma taşırken erkek çocuklar da babalarıyla ilgili travma biriktirebiliyor. “babam annemi çok üzdü, aldattı, şiddet uyguladı”, “ama annem de mutsuz olduğu yerde kaldı”, “benim yüzümden mi çekti o kadar?”.
Çocuğunuz sizsiniz: Çocuğunuzun verdiği tepkiler bir zamanlar sizin çevrenize vermek istediğiniz ama bastırdığınız tepkiler olabilir. “Ben aileme sesimi yükseltmek, bacak uzatarak oturmak söylemek şöyle dursun en ufak saygısızlık etmezdim” diyebilirsiniz. Günümüzde teknolojiyle beraber saygı anlayışı da değişmiş durumda ve çocuk sizin saygısızlık olarak adlandırdığınız davranışları normal gördüğü için saygısızlık yapmadığını da düşünebilir. Bağırması aslında çocuğun “tek taraflı bakma, benim de haklı olduğum konuları fark et, anlaşılmak istiyorum” diye haykırışı. Belki de çocuğunuz sizin bir zamanlar yapmak istediğiniz ama yapmadığınız şeyler yaparak size mesaj veriyordur: “Sen de kendin için bir şeyler yap, kurban rolüne girme, gücünü eline al, değiş, dönüş, hayata uyum sağla”.
Yaşamda bizi üzen, kıran olaylar sadece o olayla sınırlı değildir aslında. Duygulara geniş perspektiften bakmak gerekir onu çözebilmek için. Geçmişteki üzüntünün tetiklenişi, içe atılan kırgınlıkların tekrar yüzeye çıkışıdır. Çocukken bizi büyüten insanlar farkında olmadan bizi üzmüş olabilir, güvendiğimiz insanlar tarafından hayal kırıklıkları yaşamış olabiliriz. Bu gün partnerimizde/eşimizde gördüğümüz davranış, aslında içimizde kapandığını sandığımız acılara bası yaptığı için biz de gereğinden yoğun duygular yaşayabiliriz. Hatta çoğu zaman içe atılan duygular bedende de semptomlar yaşatabiliyor. (bedende kasılmalar, mide rahatsızlıkları, göğüste sıkışma, boğazda gıcıklanma, kalp acısı…) Aslında tam da bu semptomlardan buluyoruz travmayı, çünkü zihin unutmuş saysa da beden hatırlatıyor ve sıkışan o duygu çıkınca rahatlıyor. Regresyon duyguyu bulup çıkartmak için en kullanışlı yollardan birisi. Bunun dışında güvendiği biriyle konuşmak, yazmak, yoga, meditasyon yapmak, sanata dökmek de şifalandırıcı olacaktır.
Hayatımıza çektiğimiz eş/sevgili/partner/arkadaş/yönetici de tesadüfen gelmiyor, içimizdeki duygularla yüzleşip o yaralı çocuğu şifalandırmamız, aslında tekamülümüzü bir üst boyuta taşımamız için çıkıyor karşımıza. Kurban rolünden çıkması, özündeki gücü fark edip harekete geçirmesi için zorlanıyor insan. Kendini ve çevresini tüm yönleriyle anlayıp kabul eden kişi duygularını dönüştürürken kaderini değiştiriyor.
Kalbi üzüntü ve acıyla dolu olanın içinde mutluluğa yer kalmaz. İnsan geçmişin kırıklarını içinde taşımayı bıraktığında, şimdiyi ve geleceği de daha mutlu, doyumlu ilişkilerle yaşayar.
#goncakubat
Geçmişin kırıklarından arınmak, ilişkilerini şifalandırmak için kişiye özel yapılabilecek bilimsel çalışmalarla ilgili detaylı bilgi almak istersen başvuru formunu doldurabilirsin.