Neden İlişkilerde Bu Kadar Zorlanıyoruz?
İlişkiler: Gölge Yanlarımızın Aynası
İlişkiler, özellikle de yakın ve derin bağlar kurduğumuz ilişkiler, sadece sevgi, paylaşım ve mutluluk kaynağı değildir. Aynı zamanda, kendimizle ilgili rahatsız edici gerçekleri yüzümüze vuran birer ayna işlevi görürler. Bu aynada bazen, günlük hayatta görmezden geldiğimiz, bastırdığımız ya da kabullenmekten kaçındığımız “gölge” taraflarımızla karşılaşırız.

Gölge Nedir?
Ünlü İsviçreli psikiyatrist Carl Jung’un “gölge benlik” adını verdiği, bireyin bilinçli olarak tanımadığı veya bastırdığı tüm arzu, dürtü, korku ve utanç verici özellikleri içerir.
Gölge, bilinçdışımızda sakladığımız, kabul etmediğimiz, bastırdığımız ve çoğu zaman başkalarında gördüğümüzde rahatsız olduğumuz yönleri ifade eder. İlişkiler ise bu gölgeleri sahneye çıkaran en güçlü projektörlerden biridir.
“Gölge”, kendimizde görmek istemediğimiz özelliklerin yanı sıra yetiştiğimiz ortamda onaylanmadığı için bastırdığımız duygu, düşünce ve dürtüleri kapsar. Öfke, tembellik, kıskançlık, kendini önemsemek, kırılganlık gibi yönler genellikle gölgeye atılır. Bunlar çocukluğumuzda “kötü”, “yanlış” ya da “kabul edilemez” olarak etiketlediğimiz duygular, düşünceler ve eğilimlerdir. Belki öfkemizi göstermek yasaktı. Belki kendini düşünmek kötüydü. Ya da zayıf olmak ve duygularını göstermek kabul edilemezdi. Zamanla bu özellikleri bilinçdışımızın derinliklerine gömdük. Ama ortadan kalkmadılar – sadece görünmez oldular.
Ancak gölge yalnızca karanlık değildir; onun içinde aynı zamanda kullanmadığımız yaratıcılığımız, cesaretimiz ve gücümüz de vardır.

Tetiklendiğimiz Anlar: Neden Bu Kadar Öfkeleniyoruz?
İlişkide bizi “tetikleyen” anlar, gölge benliğimizin bize en net mesajlarını verdiği anlardır. Bu anlarda yaşadığımız öfke, incinme veya hayal kırıklığı, sadece karşımızdakinin davranışından kaynaklanmaz. Daha derinde, bu davranışın uyandırdığı eski bir yara, bastırılmış bir korku veya kabullenilmemiş bir özellik yatar. Bu tetiklenme, bir nevi içsel bir alarm sistemidir: “Bak, burada üzerinde çalışman gereken bir şey var!” der.
Bu noktada suçu tamamen karşı tarafa yüklemek kolaydır. Ancak gerçek içsel dönüşüm, bu tetiklenmeleri bir fırsat olarak görmekten geçer. “Neden bu davranış beni bu kadar etkiliyor?”, “Bu, bana geçmişte yaşadığım ya da bastırdığım neyi hatırlatıyor?” veya “Acaba ben de aynı özelliğe sahip miyim ama bunu kendime itiraf edemiyor muyum?” gibi soruları kendimize sormak, içsel bir keşif yolculuğunun kapısını aralar.

İlişkilerde ise bu gölge taraflar, genellikle iki ana yolla yüzeye çıkar:
Projeksiyon (Yansıtma): İlişkilerde sık sık partnerimizin belirli davranışlarından aşırı rahatsız oluruz. Onun aşırı titizliği, dağınıklığı, pasif agresif tutumu, kontrolcülüğü veya ilgisizliği bizi deliye döndürebilir. Bu durumda genellikle odak noktamız karşımızdakinin “hatası” olur. Oysa bu yoğun tepki, çoğu zaman bir “projeksiyon” durumudur. Yani, aslında kendi içimizde kabul edemediğimiz, görmezden geldiğimiz veya dizginlemeye çalıştığımız bir yönümüzü, diğerinde görür ve orada savaşırız.
Bir partnerin sizde aşırı tepkiye neden olan bir davranışı veya özelliği, aslında sizin kendi içinizde kabul etmediğiniz veya bastırdığınız bir özelliğin yansımasıdır. Örneğin, partnerinizin “sorumsuz” tavırlarına sürekli sinirleniyorsanız, bu, aslında sizin kendinize izin vermediğiniz bir özgürlük arzusunun veya bastırılmış bir düzensizlik ihtiyacının yansıması olabilir. Onu yargılayarak, o özelliği kendinizden uzaklaştırdığınızı düşünürsünüz.

Ayna Etkisi (Çekim): Hayran olduğunuz veya nefret ettiğiniz özellikler, bir şekilde sizin tamamlanmamış parçalarınızı temsil eder. Sizi sürekli eleştiren bir partnere çekiliyorsanız, bu durum, çocukluktan kalan kendine güvensizliğin veya sürekli onaylanma ihtiyacının gölgesi olabilir. Partner, bilinçdışı olarak bu yarayı aktive eder ve size onu iyileştirme şansı sunar.
Kendi kontrolcü eğilimlerini bastıran bir birey, partnerindeki en ufak bir kontrol girişimine karşı aşırı tepki verebilir. Ya da kendi özgüven eksikliğini agresif bir tutumla kamufle eden biri, partnerinin “zayıf” anlarını tahammül edilemez bulabilir. Burada aslında savaştığımız, kendi içimizdeki “kontrolcü” veya “zayıf” taraftır. Partnerimiz sadece bu içsel çatışmayı tetikleyen bir düğmeye basmıştır.

Mehmet’in Hikayesi: Bastırılmış Kırılganlık
Mehmet, eşinin “aşırı duygusal” olmasından şikayet ediyordu. “Her şeyi kişiselleştiriyor, ağlıyor, duygularını anlatmak istiyor. Bu çok yorucu.”
Mehmet’in hikayesini dinlediğimde, sert bir baba figürüyle büyüdüğünü öğrendim. “Erkek adam ağlamaz,” “Güçlü ol,” “Duygularını gösterme” mesajları almıştı sürekli. Yetişkinliğinde bu duygularından kopuk, “rasyonel” bir adamdı.
“Eşinizin ağladığını gördüğünüzde ne hissediyorsunuz?” diye sordum.
Uzun bir sessizlik. Sonra gözleri doldu. “Çaresizlik… Sanki ben de ağlamak istiyorum ama yapamıyorum.”
İşte gölge buradaydı. Mehmet kendi kırılganlığını, duygu yoğunluğunu o kadar bastırmıştı ki, eşinde gördüğünde panik oluyordu. Onun duygusallığı, Mehmet’in inkâr ettiği parçasını tetikliyordu.
Seanslarda Mehmet, bastırdığı duygularıyla yeniden bağlantı kurmayı öğrendi. “Artık eşimin ağlaması beni rahatsız etmiyor,” dedi bir gün. “Çünkü ben de ağlayabiliyorum artık. Onun duygusallığı bana tehdit gibi gelmiyor.”

Zeynep’in Hikayesi: Bencillik Gölgesi
Zeynep, 40’lı yaşlarında, herkesin “fedakâr Zeynep”i olarak tanıdığı bir kadındı. Annesi, eşi, çocukları, arkadaşları… Herkes için her zaman kendini feda edercesine koşardı. Ancak en yakın arkadaşı Elif’e karşı büyüyen bir öfke vardı içinde. “Elif çok bencil,” diyordu. “Her zaman kendi ihtiyaçları önde. Hayır diyebiliyor insanlara. Ben ona bu kadar yardım ederken, o kendi hayatını yaşıyor.”
Zeynep’le çalışırken, çocukluğunda bencilliğin çok kötü bir şey olarak kodlandığını keşfettik. Değer görmek için kendi ihtiyaçlarını hep bastırmıştı. Yetişkinliğinde de bu devam ediyordu – ancak içinde büyüyen bir öfke ve kızgınlık vardı.
Elif’in “bencilliği” aslında Zeynep’in kendi bastırılmış ihtiyacıydı: Kendi için yaşayabilmek, “hayır” diyebilmek, sınır koyabilmek.
“Elif bencil değilmiş,” dedi Zeynep aylar sonra. “O sadece kendine değer veriyormuş. Ben ise yıllardır kendimi ihmal etmişim. Şimdi ben de “hayır” diyebiliyorum ve bu beni kötü biri yapmıyor.”

Kerem’in Hikayesi: Bastırılmış Cinsel Enerji
Kerem, 35 yaşında, başarılı bir mühendisti. Terapiye geldiğinde son üç ilişkisinin de benzer bir şekilde bittiğinden bahsetti: “Her seferinde cinsel enerjisi çok yüksek kadınlarla tanışıyorum. Başta hoş geliyor ama sonra dayanılmaz oluyor. Sürekli fiziksel yakınlık istiyorlar, cinsellik hakkında açıkça konuşuyorlar. Bu beni rahatsız ediyor.”
Kerem’in geçmişine baktığımızda, muhafazakâr bir ailede büyüdüğünü gördük. Cinsellik evde hiç konuşulmayan, “ayıp” sayılan bir konuydu. Ergenliğinde cinsel düşünceler yaşadığında kendini suçlu hissetmişti. Yetişkinliğinde de cinselliği sadece “bir görev” olarak görüyor, kendi cinsel isteklerini ve fantazilerini bastırıyordu.
“Sevgiliniz sizden fiziksel yakınlık istediğinde ne hissediyorsunuz?” diye sordum.
“Baskı altında hissediyorum. Sanki bir şey talep ediliyor benden. Ve sonra… suçlu. Sanki ben yetersizim ya da yanlış bir şey isteniyor.”
İşte gölge buradaydı. Kerem kendi cinsel enerjisini, arzularını ve bedensel ihtiyaçlarını o kadar bastırmıştı ki, partnerlerinde gördüğünde paniğe kapılıyordu. Onların cinselliğe verdikleri önem, Kerem’in inkâr ettiği parçasını tetikliyordu.
“İlginç bir şey fark ettim,” dedi Kerem seanslardan birinde. “Ben hep cinselliği ön planda tutan kadınlara çekiliyorum. Sanki bilinçaltım bana bir şey göstermeye çalışıyor.”
Tam olarak öyleydi. Jung’un “gölgenin çekiciliği” dediği buydu. Bastırdığımız özellikler başkalarında bizi büyüler, çünkü bilinçdışımız bütünleşmeyi arzular.
Yaptığımız çalışmalarda Kerem, kendi cinsel enerjisiyle, bedeniyle ve arzularıyla yeniden bağlantı kurmayı öğrendi. Cinselliğin “ayıp” değil, insanlığının doğal bir parçası olduğunu kabul etti.
“Artık partnerimin cinsel enerjisi beni korkutmuyor,” dedi aylar sonra. “Çünkü ben de kendi cinselliğimi kabul ediyorum. Hatta şimdi fark ediyorum ki, o enerjiye çekilmemin nedeni, bastırdığım kısmımı görme ihtiyacımdı.”

Bu üç hikaye, psikolojide “projeksiyon” olarak adlandırdığımız mekanizmayı harika bir şekilde gösteriyor. Kendi içimizde kabul edemediğimiz özellikleri dışarıda, özellikle de yakınımızdaki insanlarda görürüz.
Projeksiyon şu şekilde işler:
- Kendi kırılganlığımızdan kaçıyorsak, başkalarının zayıflığını hor görürüz.
- İçimizdeki bencilliği kabul edemiyorsak, eşimizi “bencil” bulmaya başlarız.
- Cinsel enerjimizi bastırıyorsak, ilişkide cinselliği ön planda tutan partnerler çeker bizi.
- Bastırılmış öfkemiz varsa, etrafımızdaki herkesin “agresif” olduğunu düşünürüz.
- Kendi kontrolcü tarafımızı inkâr ediyorsak, partnerimizi “baskıcı” olarak etiketleriz.
Bilinçdışımız bütünleşmeyi, eksik parçalarımızı bulmayı arzular. Bu yüzden tam da inkâr ettiğimiz özelliklere sahip insanlarla romantik ilişkiler kurarız.
Carl Jung’un dediği gibi: “Bilinçdışında ne varsa, kaderimiz olarak karşımıza çıkar.”

Gölge ile Yüzleşmek: İlişkiden Kaçmak mı, Büyümek mi?
Gölge taraflarımızla yüzleşmek rahatsız edicidir. Bu yüzden birçok ilişki, bu rahatsızlık noktasında sona erer. “O beni anlamıyor”, “Çok farklıyız” gibi gerekçelerle yollar ayrılır. Oysa aynı döngü, bir sonraki ilişkide de farklı bir oyuncuyla tekrarlanma eğilimindedir. Çünkü kaçtığımız şey partnerimiz değil, kendi içimizdeki yansımadır.
İlişkilerde yaşadığımız çatışmalar ya da yoğun duygusal tepkiler, aslında kendimizi daha derinden tanımamız için bir fırsattır. Elbette kolay değildir, çünkü ego kendini hep “iyi” ve “güçlü” görmek ister. Ancak gölgeyle yüzleşmek, kişisel gelişim ve içsel dönüşümün en güçlü adımlarından biridir.

İlişkileri Gelişim Aracı Olarak Kullanmak
Gölgenin ilişkide ortaya çıkması, bir kriz anı değil, bir fırsat anıdır. Bu yansımaları bir gelişim aracı olarak kullanmak için atılması gereken adımlar şunlardır:
Suçlamayı Bırakmak: Partnerinizin bir davranışı sizi öfkelendirdiğinde, otomatik olarak “Sen bana bunu yapıyorsun” demek yerine, “Bu durum bende neden bu kadar güçlü bir tepki yaratıyor?” sorusunu sorun.
Sahiplenme (İçselleştirme): Yansıtmaya çalıştığınız özelliği geri alın. Örneğin, partnerinizin pasif agresifliği sizi çileden çıkarıyorsa, kendinize şu soruyu sorun: “Ben, hangi durumlarda kendi öfkemi doğrudan ifade etmek yerine pasif agresif davranıyorum?” Bu, gölgeyi bilinçli alana taşıma sürecidir.
Bütünleşme: Gölge tarafın, kişiliğinizin kaynaklarından biri olabileceğini kabul edin. Bastırılmış öfke, aynı zamanda sağlıklı sınırlar koyma yeteneğinin potansiyelidir. Bastırılmış tembellik, dinlenme ve kendine şefkat ihtiyacının bir ifadesi olabilir. Gölgeyi tamamen yok etmek yerine, onun enerjisini yapıcı bir şekilde kullanmayı öğrenmek önemlidir.

Sonuç
İlişkiler, gölgemizi bize gösteren en güçlü aynalardır. Karşımızdaki insanda gördüğümüz, beğenmediğimiz ya da bizi zorlayan şeyler, çoğu zaman kendi içimizde yüzleşmemiz gereken parçaların işaretidir. Bu aynaya cesaretle bakabildiğimizde, hem kendimizle barışır hem de daha sağlıklı ilişkiler kurabiliriz.
İlişkiyi bir “büyüme laboratuvarı” olarak görmek ise dönüştürücü bir seçimdir. Partnerimizi, bize kendimizin en az sevdiğimiz parçalarını gösteren bir ayna olarak kabul etmek, ilişkiyi bir suçlama sahnesinden bir ortak keşif alanına dönüştürür.

Yıllardır danışanlarımla gölge üzerine çalışıyorum ve gördüğüm dönüşümler gerçekten büyüleyici. Gölge ile çalışmak ne sağlıyor?
- İlişkilerde daha az reaktif olma: Tetiklenme anları azalır çünkü artık projeksiyon yapılmaz.
- Daha derin empati: Kendi karanlık taraflarını kabul eden kişi, başkalarınınkini de anlayabilir.
- İlişki memnuniyeti: Partner artık “düzeltilmesi gereken” biri değil, birlikte büyünen bir yol arkadaşı olur.
- Özgünlük: Tüm parçalarınızla barıştığınızda, kendiniz olabilirsiniz.
İlişkiler, gölgelerimizle dans ettiğimiz bir sahnedir. Bu dans bazen acıtıcı, bazen kafa karıştırıcı olsa da, nihayetinde bizi daha bütün bir insan olmaya davet eder. Mesele, aynada gördüğümüz yansımayı kırmak veya aynayı suçlamak değil, aynanın kendisini temizlemektir. Yani, korkularımızla, kırılganlıklarımızla ve kabul etmekte zorlandığımız taraflarımızla yüzleşme cesaretini göstermektir.

Unutmayın, bir ilişkide karşınızdakinde gördüğünüz ve sizi en çok rahatsız eden şey, aslında kendi içinizde tamamlamanız gereken bir parçanın habercisidir. Bu parçayı kucakladığınızda, ilişkiniz sadece bir “mutluluk kaynağı” olmaktan çıkıp, derin bir dönüşüm ve gerçek anlamda bir aşk yolculuğuna dönüşecektir.
Gölgemizle yüzleşme cesaretini gösterdiğimizde, sadece ilişkilerimiz değil, kendimizle olan ilişkimiz de dönüşür. Daha bütün, daha özgün ve daha sevgi frekansı yüksek biri haline geliriz.
Çünkü gerçek sevgi, sadece ışığımızı değil, gölgemizi de kucaklayabilmekle başlar.

Not: Bu makalede paylaşılan danışan hikayeleri, gizliliği korumak için detayları değiştirilerek ve birden fazla vakadan sentezlenerek oluşturulmuştur.
“İnsanların farkına varmadığı bir şey var: Karanlıkla karşılaşmak, aydınlanmanın ta kendisidir.” – Carl Jung
İlişkilerde yaşadığınız döngüler, aslında size kendi içsel yolculuğunuzu işaret ediyor olabilir. Eğer siz de ilişkilerinizde tekrar eden sorunların ardında hangi bilinçdışı dinamiklerin yattığını keşfetmek, gölge yönlerinizi fark ederek dönüştürmek istiyorsanız, bu yolculukta size rehberlik edebilirim. Daha sağlıklı ilişkiler ve daha derin bir içsel denge için benimle iletişime geçebilirsiniz.

Bu dönüşüm yolculuğunda rehberlik etmek için buradayız.
Kanalımız: Beliz Gonca Kubat https://www.youtube.com/channel/UCAiVfB1qpW9xfd5kywElo6A
Hesabımız: https://www.instagram.com/hayal.ada/
Web Sayfamız: Goncakubat.com