Tekrar Eden Sorunların Köklerine Yolculuk

Bugün canını sıkan bir şey mi oldu? Öfkeden gözünü karartan bir olay. Beklemediğin bir söz, kırıldığın bir davranış ya da seni hayal kırıklığına uğratan bir durum…

Peki ya bu yoğun duygu, gerçekten bugüne mi ait?

Sorun, Bugün Yaşadığın Olay Gibi Görülse de; Kökü Derinlerde…

İlişkilerinde ne yaparsan yap, olmuyor mu?

İşyerinde çalışmaların yeterli görülmüyor mu?

Günlük hayatta hep haksızlığa mı uğruyorsun?

Değerin bilinmiyor mu?

Bazen görülmediğini, anlaşılmadığını mı düşünüyorsun?

Hayatında tekrar eden sorunlar, ilişkilerindeki benzer döngüler, sıklıkla yaşadığın zorlukların kaynağı; sandığından çok daha eskiye dayanıyor.

“Değer görmediğimi hissediyorum… Hayattan tat alamıyorum. Onaylanmak için çok çabalıyorum… Terk edilme korkumun ilişkilerimi mahvettiğini fark ediyorum…”

“Birden kendimi kaybettim. Bu kadar öfkelenip, durumu daha zora sokmamalıydım ama kendimi durduramadım.” Seni bu kadar tetikleyen, nasır tutmuş yarana basılması.

“Ben aslında bu kadar üzülmemeliydim ama durduramıyorum kendimi…”

Çünkü mesele o kişi ya da o olay değil. Mesele, o olayın sende tetiklediği eski bir duygunun yeniden su yüzüne çıkması.

*Olayı başka zaman ve kişilerle yaşıyor olsan da, duyguları tanıdık gelebilir. Çünkü özne aslında senin çocukluğun ve esas konu, o zaman derinden hissettiğin o bastırılmış duygular.

Bugün kendini sosyal medyada, televizyonda ya da sokakta gördüğün insanlarla kıyaslıyor, onların senden daha başarılı, güzel, özgüvenli, değerli ve mutlu olduğunu düşünüyorsan, bu sadece bugünkü düşüncen olmayabilir. Bu hisler, geçmişte büyüklerinin seni başkalarıyla kıyaslamasının bilinçaltındaki yansımaları olabilir. “Ali sınavlardan çok yüksek not almış, Ayşe çok güzel yemek yapıyor, kardeşin çok yetenekli…” gibi kıyaslamalar, iyi niyetle yapılmış olsa bile, kendini yetersiz hissetmene neden olmuş olabilir. Hatta belki de kardeşin sürekli kayrılırken, senin ihtiyaçların göz ardı edildi. Bu durum, “ne yaparsam yapayım hak ettiğimi alamıyorum” şeklinde derin bir adaletsizlik inancına dönüşmüş olabilir.

Bir danışanım şöyle dedi: “Annem hep alttan alırdı, babam ise yok gibiydi. Şimdi ben de ilişkimde hep alttan alıyorum. Sonra içim doluyor, birden patlıyorum.” Belki de çocukken evde sürekli bir gerginlik vardı ve sen de dengeyi sağlamak için sürekli alttan almak zorunda kaldın. Şimdi bu örüntü, ilişkilerinde kendi ihtiyaçlarını ifade etmekte zorlanmana neden oluyor.

Zeynep, eşine sessiz muamele yaptığını fark ettiğinde şoka uğramıştı: “Aynı annem gibi küskün duruyorum!” Annesinin babasına yıllarca “Tepkisini küserek gösterdiğini” gözlemlemişti. Bu döngüyü kırmak için Zeynep, duygularını kelimelere dökmeyi öğrendi. Belki sen de en ufak bir anlaşmazlıkta geri çekiliyorsun.

Kimi zaman da “ilişkilerde güvensizlik yaşıyorum, terk ediliyorum” diyorsun… Eğer geçmişte sana güven duygusunu verememiş bir figür varsa, bu korkunun temeli çok daha derinlerde olabilir. Belki de bakım veren figürlerin tutarsız davranışları, sana kimseye güvenmemeyi ve her an terk edilebileceği hissini öğretmiş olabilir.

Danışanlarım, geçmişe bakınca hep benzer izler buluyor: “Babam bizimle pek ilgilenmezdi… Annem ‘bir gün alıp başımı gideceğim’ derdi.” Belki ebeveynlerin duygusal olarak ulaşılmaz olması, senin de yakın ilişkilerde mesafe koymana ve bağlanmaktan kaçınmana neden oluyor.

Anne babamızın ilişkisi sadece gözümüzle gördüğümüz değil, bilinçdışımızın da model aldığı bir alan. Ve biz farkında olmadan o rolleri tekrar tekrar sahneliyoruz.

Emre, sürekli “ulaşılamaz” partnerler seçtiğini söylüyordu. Annesinin depresyon nedeniyle duygusal olarak uzak olduğu çocukluğunu hatırladığında, “Sanırım sevgiyi, peşinden koşulacak bir şey sanıyorum” dedi.

Meral, zeki ve başarılı bir kadın olmakla birlikte, ilişkiler söz konusu olduğunda, kendini başarısız görüyordu. Sürekli duygusal olarak mesafeli, ilgisiz ya da zaten bir ilişkisi olan erkeklere çekiliyor, onların kırıntı misali ilgisiyle yetinmeye çalışıyordu. Her yeni ilişkisinde aynı hayal kırıklığını yaşıyor, sonunda kendini değersiz ve sevilmeye layık olmayan biri gibi hissediyordu. Bu tekrar eden örüntünün kökeni çocukluğuna uzanıyordu. Annesi çalışan, babası duygusal olarak uzak biriydi. Meral, onların onayını almak için sürekli çabalasa da, ilgileri sınırlı kalıyordu. Özellikle babasının duygusal mesafesi, Meral’in bilinçaltında “sevilmek için sürekli çabalamam gerek” inancını oluşturmuştu.

Yetişkin ilişkilerinde de Meral, bilinçsizce babasının ilgisini çekme çabasını sürdürüyordu. Ulaşılmaz erkeklerin ilgisi ona kısa bir “başarı” hissi verse de, sonunda değersizlik duygusu kaçınılmaz oluyordu. Çünkü yanlış insanlardan doğru onayı bekliyordu.

Meral, çalışmalarda çocukluk yaralarını anlamaya ve kendi kendini sevmeyi öğrenmeye başladı. Kendi değerinin farkına vardıkça, onu gerçekten seven insanlara yöneldi.

Bu örnek, “seni sevmeyenin peşinden koşma” davranışının altında yatan onay arayışını ve bunun çocukluk dinamikleriyle ilişkisini gösteriyor. Gerçek sevgi ve onayın önce içimizde yeşermesi gerektiğini vurguluyor.

İlişkilerinde istemsizce seni istemeyen birinin peşinden koşuyor olabilirsin. “Beni seçsin, beni sevsin” diyorsan; bu, geçmişte sevgiye ulaşamayan içindeki küçük çocuğun çırpınışları olabilir. Belki de çocukken yeterince ilgi görmedin ve şimdi bu boşluğu, sürekli reddeden insanlardan sevgi dilenerek doldurmaya çalışıyorsun.

Ya da tam tersi; çocukken her isteği yapılan biriydin, şimdi ‘hayır’ cevabı seni öfkelendiriyor, manipülatif tepkilerle istediklerini almaya çalışıyorsun – tıpkı çocukken işe yaradığı gibi. Küçükken her istediği hemen yapılan biri olarak, şimdi yetişkin ilişkilerinde hayal kırıklığına uğradığında çocuksu tepkiler veriyorsun.

Ayşe, iş yerinde fikirlerini dile getirmekte zorlandığını anlattığında, çocukluğunda babasının sürekli “Sus, büyüklerin sözünü kesme!” diyerek onu susturduğunu fark ettik. Babasının otoriter tutumu, Ayşe’nin yetişkinliğinde üstleri karşısında “yetersizmişim gibi” hissetmesine yol açmıştı. Bir toplantıda sesi titreyerek konuştuğunda, “Sanki babamın karşısındayım ve hep hata yapacakmışım gibi geliyor” diye düşüncelerini paylaştı. Belki de senin de fikirlerin çocukken önemsenmedi ve şimdi yetişkinlikte kendini ifade etmekte zorlanıyorsun.

Belki hep uyumlu olmak zorundaydın. Ya da çatışmadan kaçınmak için kendi ihtiyaçlarını sürekli erteledin ve şimdi ne istediğini bile bilmiyorsun.

Bugün ise kendini ifade etmekte zorlanıyor, “ya reddedilirsem”, “ya sevilmezsem” korkusuyla kendini geri planda tutuyor olabilirsin. Belki de çocukken duygularını ifade ettiğinde cezalandırıldın ve şimdi kendini korumak için susmayı tercih ediyorsun.

Çocukken duygularını ifade edemediysen, büyüdüğünde “Ben ne istiyorum?” sorusuna cevap verememek çok normaldir. Belki de ihtiyaçların hiç sorulmadı ve şimdi kendi ihtiyaçlarının bile farkında değilsin.

Hayatınızda eril enerjisi yüksek bir kadınsanız, bu durumun kökenleri ailedeki beklentilere ya da yüklenen aşırı sorumluluklara dayanabilir. Sevgi, onay ve değer görmek için eril rolünü sürdürürken, dişil yanını ihmal ediyor olabilirsin. Bu da ilişkilerde dengeyi bozarak mutsuzluk, aldatılma veya ayrılık gibi deneyimlere yol açabilir.

Merve, başarılı bir avukat olmasına rağmen ilişkilerinde hep aldatıldığını anlatıyordu. Babasız büyüyen Merve, annesinin “Erkek gibi güçlü olmalısın!” baskısıyla dişil yanını tamamen bastırmıştı. “İlişkilerimde hep kontrol bende olsun istiyorum, çünkü zayıflık gösterirsem güçsüz görülüp, ezilirim” diyordu. Çocukken taşımak zorunda kaldığı “aile reisi” rolünü bırakması, onu gerçek yakınlığa açtı. Belki sen de çocukken ailenin güçlü olmak zorunda kalan figürüydün ve şimdi ilişkilerinde savunmasız kalmaktan korkuyorsun.

Çocukken hissettiğin o yalnızlık, yetersizlik, değersizlik ya da sevilmeme korkusu, bugünkü ilişkilerinde farklı rollerde yeniden karşına çıkıyor olabilir.

Bazen danışanlarım çocukluk ve travmalarıyla ilgili hiçbir şey hatırlamadıklarını ya da bu durumların kendilerini etkilemediğini söylerken, gün içinde sebepsiz bedensel rahatsızlıklar (baş ağrısı, omuz ve sırt ağrıları, mide sorunları, kalp çarpıntısı, nefes darlığı, enerji düşüklüğü, uyku sorunları vb.) yaşayabiliyorlar. Bu rahatsızlıklar, geçmişi anımsatan bir olayla daha da yoğunlaşabiliyor. Çünkü bedeninizde kayıtlı olan duygular, tetikleyici bir durumla yeniden yüzeye çıkabiliyor.

Bedensel Belirtiler Ruhunun Fısıltıları Olabilir.

“Hiçbir şeyim yok ama hep yorgunum, isteksizim.” Belki de çocukken sürekli bir baskı altındaydın ve şimdi bu kronik yorgunluk ve isteksizlik olarak kendini gösteriyor.

“Omuzlarımda taş var gibi hissediyorum.” Belki de çocukken sana ait olmayan sorumluluklar yüklenmişti ve bu ağırlığı hala taşıyorsun. Belki yaşadığın haksızlık, sırtına ağırlık gibi oturuyor.

“Midemde hep bir sıkışma var.” Belki de çocukken ifade edemediğin öfke ve korkular midende düğümleniyor.

Belki çocukken konuşamadıkların, içsel çatışmaların şimdi baş ağrısı olarak karşına çıkıyor.

İşte tüm bu semptomlar, bedeninin sana mesajı olabilir. Bilinçaltında bastırdığın duygular, bir yerden sesini duyurmak ister.

Kemal Bey işyerinde ustayı dövmek üzereyken, arkadaşları tarafından tutulduğunu fark etmiş. Ukalaca davranışlar bir anda gözünü karartmış, kendinden geçmiş. O anda yaşadığı öfke, aşağılanmışlık hissi, yükselen kalp atışı, daralan nefes, ağız kuruluğu duygularına girdiğimizde, benzer semptomları yaşadığı sınıfta rezil olduğu bir ana gitti. Hatta bu duyguların daha da derinine indiğinde; küçükken, ondan daha büyük çocuklar tarafından tacize uğrayarak sonra dalga geçildiği sahneler geldi zihnine. Bedenindeki duyguları boşaltıp, zihnindeki sahneleri dönüştürdüğümüzde bundan sonra öfkesini yönetebilir hale gelmişti.

Uzun süre bastırılan duygular, beklenmedik anlarda öfke patlamalarıyla yüzeye çıkar. Haklıyken haksız duruma düşüren, kontrolsüz tepkilere yol açan bu öfkenin altında çoğu zaman çaresizlik, yetersizlik, acı veya üzüntü gibi bastırılmış bir isyan yatar.

Sevgi, kanserden kurtulduktan sonra şunu itiraf etti: “Herkesi affettim ama kendime kızgınım. Çocukken annem hasta diye 12 yaşında evin sorumluluğunu aldım, hiç ‘çocuk’ olamadım.” Yıllarca “güçlü kız” rolüyle yaşayan Sevgi, içindeki oyun oynamak isteyen küçük kızla barıştığında, hayatına neşe geldi. Belki de sen de erken yaşta yetişkin sorumlulukları almak zorunda kaldın ve içindeki çocuğu ihmal ettin.

Her bir öyküde, çocukluk deneyimlerinin bugünkü ilişkilere, davranışlara ve duygusal duruma nasıl derinlemesine etki ettiğini görüyoruz.

İçimizdeki çocuk hâlâ sevgi, onay ve güven bekliyor.

Ve bu beklentiyi önce kendimize vermeden, dışarıda aradığımız hiçbir ilişki bizi tam anlamıyla tatmin etmeyecek.

Hayat bize duyguları ve semptomları birer mesaj olarak verir. Yok saydıklarımız ise mutsuzluk, zihinsel ve fiziksel rahatsızlıklar hatta hastalıklar aracılığıyla sesini duyurmaya devam eder.

“Sıkıştığımda başım ağrıyor, üzüldüğümde kalbim acıyor, kabullenemediğimde midem yanıyor…” gibi durumlar yaşıyorsanız, bu duyguların oluştuğu zamana giderek blokajı çözmek ve şifalanmak mümkündür.

*Beynimizin duygu ve hafızayla ilgili bölümü olan limbik sistemimiz, bir duyguyu oluşturup kimyasal reaksiyonlarla tüm bedeninize yayılması yaklaşık 90 saniye sürer. Olumsuz bir duygu yaşadığınızda, bu duygunun sisteminizden geçmesine izin vermek ve onu serbest bırakmak önemlidir. “Bu durumda üzgün/öfkeli/incinmiş hissetmeye hakkım var” diyerek duyguyu kabul ettikten sonra, döngüsünü tamamlamasına ve akıp gitmesine izin vermek yeterli.

Bu hikayeler gösteriyor ki geçmişin yaraları, bilinç ışığıyla birlikte duygu dönüşümüyle iyileşir.” Travmalarınız sizi tanımlamaz; onları anlamak, dönüştürmek için bir davettir. Unutmayın, bir çocuğun ihtiyaçlarını karşılamamış olan ebeveynleriniz, muhtemelen kendi yaralarıyla savaşıyordu.

Evet, hayatta her zaman daha iyisi olabilir. Ama unutmayın, daha iyisi; sizin bir öncekinden daha iyi olan versiyonunuz olmalı.

Eğer sen de hayatındaki tekrar eden sorunların, ilişkilerindeki çıkmazların, bedensel rahatsızlıklarının, kilo problemlerinin ya da özgüven eksikliğinin altında yatan derin nedenleri keşfetmek ve çözmek istiyorsan, sana destek olmak için buradayım.

Birlikte, içindeki çocuğun sesini dinleyerek, geçmişin yüklerinden özgürleşebilir ve daha dengeli, mutlu ve özgüvenli bir yaşam inşa edebiliriz.

Haydi, içinden dökülenlere izin ver ve kendi potansiyelini keşfetmek için ilk adımı at.

    Adınız, Soyadınız

    Telefon Numaranız (Başına 0 koyarak ve boşluk bırakmadan girin)

    E-posta Adresiniz

    Doğum Yılınız

    Yaşadığınız Şehir

    Probleminizden kısaca bahsedin

    Çalışma detaylarıyla daha fazla bilgi: https://goncakubat.com/basvuru/

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir